Perçinlenen Bilinç: Makine Öğrenimi Bilişsel Kısayolları Daha İyi Tasarımlara Dönüştürebilir mi?
Sıradan bir iş gününün öğle saatlerinde, çoğu insanın kısıtlı bilişsel kaynakları, sosyal medyaya, e-postalara ve diğer teknolojik uyarıcılara maruz kaldığı için, neredeyse tükenmiş olur. Bunların pek çoğunun kaynağında, kullanıcıların dikkatini çalmak üzere geliştirilmiş manipülatif teknikler yatıyor. Bu teknikler, insanın en kıymetli doğal kaynağını adeta koparıp alır: bilincini.
İnsan beyni, kapasitesini korumak için sık sık 200’den fazla bilişsel önyargıya başvurur. Bu zihinsel kısayollar, hafıza, inanç, ahlak ve davranış gibi konularda insanların daha hızlı karar vermesine yardımcı olur; ancak çoğu kez, bu kararların mantıksız olmasına ve kişinin çıkarlarına ters düşmesine neden olabilir.
Tasarımcıların ve mühendislerin paylaştığı bu ortak bilişsel önyargılar, tasarım sürecinde devreye girerek, yaratıcıları en iyi performanslarını sergilemekten alıkoyar. Örneğin, fiziksel araçları veya tasarım yazılımlarını kullanırken, enstrüman yasası, insanların en uygun seçenek olup olmadıklarına bakmaksızın, en çok aşina oldukları araçlara veya standartlara aşırı bağımlılığını yansıtır. Bu önyargıya göre; elimde bir çekiç varsa, her şey bana çivi gibi görünür. Enstrüman düşünme şeklimizi etkileyerek, bizi çekicin her şeyin çözümü olduğuna ikna eder.
Buna benzer bir bilişsel kısayol olan işlevsel sabitlik, bir aracın yalnızca amacına uygun problemleri çözebildiğine dair bir önyargıdır; buna göre çekiç, yalnızca çivi çakmaya yarar. Ancak, büyük tasarımcılar, mimarlar ve mühendisler, araçları devamlı eğip bükerek veya parçalarına ayırarak onlara istedikleri işi yaptırabilirler. Alanında usta olanlar, bir aracın onlar için ne yapacağını kendileri belirler; Jimi Hendrix’in gitarını konuşturması gibi.
İşbirliğine dayalı bir ortamda çeşitli önyargılar, bir ekibin ürünleri üstündeki etkisini artırabilir. Parkinson yasasında gizli tipik tuzaklardan biri, ekiplerin en zorlu problemleri sürüncemede bırakarak, ufak tefek konulara gereğinden fazla odaklanmalarıdır. Bu önyargıya aynı zamanda “bisiklet kulübesi” ismi veriliyor. Nükleer reaktör tasarlamak gibi karmaşık bir görev verilen ekibin, reaktöre odaklanmak yerine, teknikerlerin bisikletlerini bıraktığı kulübenin üzerinde çok daha fazla zaman harcadığını düşünün.
Bir ekibin en karmaşık görevleri, belirsizliğin de etkisiyle gölgede kalabilir; böylece, eksik veya kafa karıştırıcı bilgiler, ekip üyelerinin birtakım yaratıcı alanları keşfetmesine engel olur. Bu durum, ekibin otoritenin tarafında olmasına sebep olabilir; en kıdemli üye eksik bilgiyi gidermeye çalışır ve diğer üyeler de farklı fikirleri olsa bile, bu kişiyi takip eder.
Fakat otoriteler geçmişi daha olumlu şekilde hatırlama tuzağına düşebilir, daha önce başarılı olmuş bir çözümün, güncel bir problemde işe yarayacağına inanarak kendilerini kandırırlar. Daha da kötüsü uzmanlık illüzyonu devreye girdiğinde gerçekleşir; konunun uzmanları, gerçekte olduğundan daha fazlasını bildiklerini düşünerek, kendilerini kandırabilirler.
Peki ya teknoloji, insanların önyargılardan kurtularak, bilişsel kaynakları yönetmesi, koruması ve hatta canlandırması için kullanılsaydı?
Bazen bilişsel önyargılar yararlı olabilirler. Pek çok yeni girişim, motivasyonunu koruyabilmek için, sıradışı durumlar karşısında işlerin yolunda gideceğine inanmaya ihtiyaç duyar ve bu nedenle iyimserlik önyargısına, hüsnükuruntuya kapılmaya meyillidir. Kimi zaman da mesela bir bulutta insan kafası görmek gibi, beynin rastlantısallıkta düzen arama yeteneği, yanlış anlamayı besleyen yaratıcı yöntemlerle kuvvetlendirilebilir. Örneğin, LUMA Institute atölyelerinde öğretilen Round-Robin yöntemi, yeni fikirler yaratma yeteneğini artırır.
Son yüzyılın tasarım yöntemleri (LUMA Enstitüsünün Bak, Anla, Yap, Geliştir süreçleri gibi), önyargıları ortadan kaldırmaya ve hatta daha yaratıcı olmak için bilişsel kısayollardan nasıl faydalanacağımıza dair ipuçları barındırıyor. Sözü edilen Round-Robin yöntemi, 20. yüzyıl başlarındaki Dadaizm ve Sürrealizm hareketlerinin öncülük ettiği zarif ceset adı verilen çizim yönteminden doğmuştur.
Günümüzde, işletmeler, pazarlamacılar ve kullanıcı deneyimi tasarımcıları, kullanıcı deneyimi alanında uzman Harry Brignull’un Karanlık Düzenler adını verdiği kötü amaçlı manipülatif teknikleri kullanarak, insanların önyargılarını artırıyorlar. Bu tür Karanlık Düzenlerden biri olan Roach Motel (ucuz, genellikle pis ve kötü işletilen yol kenarı moteli), girebildiğiniz ama çıkamadığınız senaryoları tanımlar. Sağlık kulübü üyeliğinizi iptal etmeye veya Facebook hesabınızı kapatmaya çalıştıysanız, muhtemelen bir Roach Motel’de sıkışmışsınızdır.
Çevrimiçi medya dünyasında insanlar, çoğunlukla müşteri değiller. Daha ziyade, onlar ve değerli bilişsel kaynaklarıdır ürün olan. Makine öğrenimi, “dikkatin” ve “merak duygusunun” daha fazla “devre dışı bırakılması” amacıyla, önyargıları kuvvetlendiren karanlık düzen hilelerini artırarak, milyarlarca insanın zihnine saldırıyor. Akıllı telefon ve diğer bağlantılı cihazların hayatımıza girmesinden bu yana, verimlilik rakamlarının düşmesinin sebeplerinden biri de belki budur.
Peki ya teknoloji, açgözlülük uğruna önyargıları körüklemek ve bilince ket vurmak yerine, insanların önyargıları ortadan kaldırmasına yardımcı olması ve bilişsel kaynakları yönetmesi, koruması, hatta yenilemesi için kullanılsaydı?
Gürültü önleyici kulaklıkların, dışarıdan gelen sesleri mikrofonla tespit ederek, etkisiz hale getirmek için karşı ses dalgaları üretmesini düşünün. Ya da bir makine öğrenme sistemi, önyargıların olumsuz etkilerini ortadan kaldırabilmesiyle bilinen bir tasarım yöntemiyle önyargıları eşleştirerek, bilişsel önyargıları gerçekleştiği sırada tespit edebilse ve olumsuz etkilerini azaltabilseydi?
Autodesk bu tür bir sistem için ilk araştırmalara başladı. Araştırma ekibi, ilk veriyi toplamak üzere bazı uzman ürün tasarımcılarıyla, LUMA gibi tasarım yöntemi enstitülerinin kurucularıyla ve usta mimarlarla görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin amacı, uzmanlara göre yaratıcı ekiplerin düştüğü yaygın tuzakları bulmak ve tasarım sürecindeki önyargıları ortadan kaldırıp, zamanla bilişsel kaynaklar oluşturarak, daha iyi sonuçlar elde etmek için ustalıklarından faydalanmaktı.
Araştırmaya katılan isimlerden biri olan endüstri tasarımcısı ve yazar Ayşe Birsel’in Deconstruction:Reconstruction (De:Re) adını verdiği bir tasarım süreci bulunuyor. Bu süreç, nesneleri ve konseptleri parçalarına ayırarak, yeni ve çığır açıcı şekillerde bir araya getiriyor. Herman Miller için tasarladığı başarılı ofis mobilyaları serisi Resolve System’da Birsel, küçük ofis alanlarını, arka ve ön sahnesiyle birlikte teatral şekilde yeniden yarattı.
Projede Birsel, tasarımcıları ve iş insanlarını, bilişsel önyargılara doğrudan saldırarak, bu mobilyalara dair alışılmışın dışında düşünmeye teşvik etti. Birsel, projenin başlangıcında, üretime geçiş sırasında ve diğer süreçlerde mutlaka ters giden işlerin bir listesini tutuyor. Kendi De:Re sisteminin parçaları da bu başarısızlık durumlarına, üstüne basarak odaklanıyor.
“Bilişsel gürültüyü ortadan kaldıran sistem”in bir prototipini oluşturmak üzere Autodesk araştırma ekibi, Birsel’in farklı karar önyargılarını, hafızanın önyargılarını ve sosyal önyargıları kaldırmaya yönelik olarak De:Re’de anlattığı ipuçlarının bir haritasını oluşturdu. Bu harita, yaratıcı ekiplerin iş akışında bilişsel önyargılar belirdiğinde, sürece müdahale edebilen makine öğrenimi algoritmaları için bir dayanak sunmaya başlıyor.
Autodesk’in tasarım ve yaratım araçlarının bulut tabanlı olması sayesinde, yıkıcı bilişsel kısayolları gerçek zamanlı olarak algılamak amacıyla birtakım araçlar ortaya koymanın yöntemleri keşfedilebiliyor; yaratıcı ekiplerin ne tasarladıklarını görmek için değil, tasarım sürecinde ekibin nasıl düşündüğünü tespit etmek için. Vücut dili ve yüz ifadeleri gibi görsel işaretlerin yanı sıra, ses perdesini, konuşma ritmini ve kelime seçimini saptayabilen teknolojiler de mevcut. Sistem, tasarım araçlarındaki, toplantı odalarındaki, fabrikalardaki ve şantiyelerdeki verileri kaydedip karşılaştırarak, bu işaretleri doğru bilişsel önyargılarla eşleştirebiliyor.
İşin sırrı, bilişsel önyargıların nasıl tespit edileceğini bulmakta yatıyor olabilir. Böylece, hem takım liderleri ve yöneticiler sürece en doğru şekilde müdahale edebiliyor; hem de ekip, önyargıları kendi kendine tespit edip bilinç düzeylerini geliştirmek üzere, bu önyargıları değiştirmeyi öğrenebiliyor.
Zihin için akıllı bileklikler bulunmuyor, en azından şimdilik. Bu araştırmadan elde edilecek sistem, yalnızca bilişsel önyargıları tanımaktan fazlasını başarıp, üstbiliş için bir niceliksel benlik cihazı gibi hareket ederek, insanlara düşüncelerinin ardında yatanları gösterebilir.
Dünya her geçen gün daha karmaşık ve otomatik hale geliyor. İşlerin geleceğine baktığımızda, otomasyonun kaç mesleğin yerini alacağı henüz kesin değil. Ancak şu oldukça açık ki insanların sürekli yeni beceriler ve teknolojiler öğrenmesi gerekiyor. Yapılacak çok iş var; ancak daha iyi işler üretmek ve daha yaşanabilir bir dünya yaratmak için, daha fazla dikkate ve yaratıcılığa ihtiyaç var.
Bilişsel kapasiteyi ayarlamanın ve güçlendirmenin ötesinde, bu araştırma için büyük resim, insanların muhtemelen yüksek ekonomik değeri olan becerilere odaklanmasına yardım etmek üzere, yaşam boyu öğrenme sağlayan bir Uygulama Programlama Arayüzüne evrilmek olabilir. İleride bu sistem, önseziyle hareket edip kişinin bilişsel kaynaklarını yenileyerek, bir sonraki kariyer hedefi için bu kaynakları hazır hale getirebilir.
Tasarımcılar ve mühendisler, akıllı ayakkabılardan akıllı şehirlere kadar her şeyin yeni neslini yaratmak amacıyla çalışıyorlar. Gelecekteki zorluklar karşısında, karmaşık kararlar alabilmek için, hiç olmadığı kadar dikkate, kavrayışa, yaratıcılığa ve yeteneğe ihtiyaç duyacaklar. Bu nedenle, bilinçlerini tüketecek değil perçinleyecek teknolojilere ihtiyaçları olacak.
Cornell Üniversitesinde doktora adayı olan Neta Tamir, bu makalenin yazarlarından biridir.